Kenya'lı Abdullah'ın Hikayesi
Altı aydan beri susan Hasan, durmadan,
dinlenmeden, nefes almadan, gevrek ve billur sesiyle sürekli konuşur.
Adam, artık erişemeyeceği, yurdunun bir deresini, bir rüzgârını, bir
türküsünü dinliyormuş gibi çocuğu dinler. Sonra işini tüketir ve kalkıp
gitmeye davranır. O zaman görür ki memleketlisi miniminnacık Hasan
ağlıyor. Başka söz bulamaz, "Ağlama be, ağlama be!" Hasan, bir daha
Türkçe konuşacak birini bulamayacağına ağlamaktadır.
Gözyaşı
hikâyesinde, Balkan Savaşı kopunca, hudut boylarından akın akın kaçan
kalabalıktaki dul Ayşe'nin öyküsü anlatılır. Gece vakti, arkasında
düşman, Ayşe at üstünde kafileye yetişmeye çalışmaktadır. Beline sımsıkı
yapışan beş yaşındaki Ali, önünde ata bağlanmış kızı Emine, kucağında
bir yaşındaki bebeği... Yağmur çıldırmış, sular kabarmaktadır. Ali
uyursa düşüp kalacaktır, Emine uyursa yuvarlanacaktır. Kucağındaki Osman
uyumazsa gidemeyeceklerdir. "Uyuma Ali, uyuma Emine, uyu Osman'ım!"
diye yalvarır. At yığılıp kalır. Emine düşer, Osman'ın canı uçup gider.
Ali'yi kurtardım diye şükrederek seyirtir Ayşe, kafileye yetişir. Sabaha
karşı bir Türk köyüne gelirler. "Kalk Ali kurtulduk, kalk Ali!" Ali'nin
canı bedeninden çekileli çok olmuştur...
O karanlık rüyanın
üzerinden çok yıllar geçti. Hasan'ın konuşacak bir adam bulamadığı için
sustuğu Arabistan çöllerinde, Afrika'da binlerce çocuk Türkçe konuşuyor.
Şimdi yedi kıtanın herhangi bir yerine yolu düşen Türkler, mutlaka
Türkçe konuşan birine rastlıyor. Balkanlar'dan çekilip gelen Ayşe'lerin
torunları, uzak hafızalarında o kederli akşamlar, dünyanın uzak
ülkelerine gidip yerleşiyor; çocuklarını, Ali'leri, Emine'leri oralarda
büyütüyorlar.
Dedim ya, Galata Köprüsü üzerinde balık tutan
Afrikalı çocuğun fotoğrafı, bir fotoğraftan öte öyküler çağrıştırıyor.
Türkçe Olimpiyatları dediğimiz şu bahar rüyasının dünyalara sığmaz ne
çok anlamı var!
0 yorum